Mustafa Balel’in ikinci roman “Asmalı Pencere” Nisan 1984’te yayımlandı. İlk romanı “Peygamber Çiçeği” gerek sanat çevresinde, gerekse okur ilgilerinde olumlu notlar almıştı. “Peygamber Çiçeği” başarılı bir ilk roman olarak üreticisinin sonraki roman çalışmalarının da umut verici bir habercisiydi. Nitekim ikinci romanı “Asmalı Pencere”, Balel’in ‘romancı’ kişiliğini belirlemede önemli bir kanıt olarak çıktı ortaya. Her iki romanın ‘konu’su, ‘sorunsal’ı, ‘kahramanlar’ı, ‘çevre’, ‘kurgu’ ve ‘zaman’ını saptamaya çalışırken, ‘dil, anlatım’ ve ‘estetik’ yapı özelliklerine eğilirken şöyle bir döküm çıktı ortaya: İki romanın konularını şöyle özetleyebiliriz. “Peygamber Çiçeği” : Acımasız sosyal ve ekonomik koşulların, çevre baskılarının açmaza sürüklediği bir işçi ailesi vardır. Oğul bir Alevi kızıyla evlenmiştir. Ana bunu içine sindiremez. Bu lanet gelinin doğurduğu çocukların dördünün de kız olmasıyla öfkesi daha bir bilenen bu ananın kışkırttığı Sefer her geçen gün kendini biraz daha alkole verir. Onun etkisiyle ev adeta yaşanmaz hâle gelir. Bu durumda kızlardan en büyüğü Nurten, bu karmaşalı çarkın içinden döne dolana, kendini Yüksek Kaldırım’daki bir genelevde bulur. ‘Genelev’ gerçekliğinde belirlenen yeni açmazlar onu kimi zaman yer bitirir, kimi zaman bileyip dış evrenin tutunmaya değer dallarına kol uzatmaya yöneltir. “Asmalı Pencere” : Sırma’nın biçimce değil ama – neden sonuç bağlamında bir bakıma – Nurten ile benzeşen serüveni işlenir bu romanda. Sırma ‘Yeşil Düş’ adlı yalıda evlatlıktır. ‘Evlatlığa’ geçinceye değin sancılı bir ailesel yaşam evreninde filiz vermiştir dünyaya. Küçük yaşta yetim düşmüştür. Vefalı dede sevecenliğinde güvenli bir kucak bulmasına karşın, gene ekonomik ve sosyal gerçekliğin acımasızlığı onu küçük yaşta ‘Yeşil Düş’ adlı Boğaziçi yalısına düşürüvermiştir. Geçen zaman içinde o dünyadan da dışlanarak yalının eski bahçıvanlarından Hüsnü Efendi ile - kendi istenci ve rızası dışında - evlendirilmiştir. Bir taşra kentinin kenar mahallesine gitmiştir kocasıyla. Özlem ve duygularını zorunlu olarak baskı altında tutmaktan ruh sağlığı bozulmuştur. Yalan yapay komşu ilgilerinin de verdiği bir başka rahatsızlıkla evinin dört duvarı arasına tutsaklamıştır kendini. Ruhsal bunalımları giderek yoğun bir hal almıştır. Halkın deyişiyle ‘superilerinin hışmına uğrayıp’ içine kapanmış olan Sırma’nın bu gerçekliğin güdümünde, bir ırmağın köpüklü suları arasında son bulan trajik sonu işlenmiştir bu romanda. Sorunsal : Her iki romanda da, toplumdaki sosyo-ekonomik gerçekliğin ürettiği çevrelerde belirlenen karmaşa içinde ezilen, horlanan, dışlanan, yitmeye tutsak edilmiş ‘insan’ların (özellikle de kadınların) acı tablosudur sergilenen. Her iki romanın kahramanları da (Nurten ve Sırma) aynı sorunsalın kurbanıdırlar. Nurten’i Yüksek Kaldırım’a sürükleyen koşullar, Sırma’yı sevgi ve sevecenlikten ve yaşama coşkusundan tümüyle ırak bir yoz dünyaya kilitleyip oradan bir ırmağın köpüklü sularında yitişe tutsak eden koşullardan farklı değildir aslında. Eytişimsel bir işlerlikle, tüm çıplak gerçekliği göz önüne sergilenen Peygamber Çiçeği’nin üreyiş evreninde, koskoca bakırcı dükkânı istimlak edilmiştir. Bakır kaplar günlük yaşamda geçerliğini yitirmiştir. Evin oğlu Sefer töreye karşıt bir yönelişle, Alevi kızıyla evlenmiştir. Çevreden dışlanmıştır bu yüzden. Öz anası onu sürekli baskı altında tutmuştur. Ev yaşanmaz bir cehennem karmaşası içindedir. Sefer karısını ve çocuklarını acımasızca dövmektedir. Belli bir cinsel duyarlığı (ya da bir başka deyişle, vazgeçilmez bir erkek özlemi) yaşamayan, buna zaten fırsat ve olanak bulamayan Nurten temelde ekonomik ve sosyal etkilerin sarsıcı, çarpıcı dışlaması sonucunda Yüksek Kaldırım evrenine - adeta - sığınmıştır. Asmalı Pencere’nin Sırması da biçimde olmasa bile, özde benzer koşulların ürettiği yaşamın kurbanıdır. Erken yaşta yapılan bir akraba evliliği. Liseyi bitirir bitirmez okumak için gittiği Avrupa’dan dönmeyen ‘çocuk baba’nın neden olduğu ekonomik açmazlar. Bunun sonucu, anne bir süre direnmesine karşın işleri yola düzene sokamayacağını anlayınca kendi başının çaresine bakma yolunu arayacaktır. Evli barklı bir adamın peşine düşüp gidecektir. Kore gazisi kötürüm Kurbanemmi’nin torunu Sırma ile geçen didiniş, direniş zamanları. Tüm çırpınışlara, çabalara karşın geçim koşullarını düzeltemeyen Kurbanemmi, torunu Sırma’yı adını sanını bile bilmediği bir aileye evlatlık verir. Sırma ‘Yeşil Düş’ evrenindeki yalıya yıllarca hizmet eder. Evin oğlu Cudi’yi bahçede, bir başka erkek çocukla sapık ilişki içerisinde görmüş olma olasılığı yüzünden, Sırma yaşlı bir bahçıvanla evlendirilip Anadolu’ya gönderilir. Sırma’nın ürperti veren sonunu hazırlamada önemli bir etken olan bu yaşlı adamla aynı çatı altında yıllarca yaşamaya tutsak olması, genç kadını tüketir. O evde geliştirmeye çalıştığı – yasak da olsa - sevdasının tadını, doyumunu bile hissedemeyen Sırma, trajik sonuna doğru hızla koşmaktadır. Kahramanlar : Eduard Spranger “Romanda Ruhbilimsel Açı” başlıklı yazısında şöyle der: “Ruhbilimsel açıklamaları kişinin eylemlerine oturtmak belki en yüce bir ozanlıktır.” Ben çoğu kez, roman başarısı tutturmuş eski-yeni bütün değerlerde sözünü ettiğim yazarın belirlemeye çalıştığı uygulamayı arar olmuşumdur. Romanı bilgiççe bir yapaylıktan ve de kuruluktan kurtarıcı bir ustalığı da belirleyen “tinsel devinimlerin eylemlere oturtulması” becerisini genç romancı Mustafa Balel’in sözünü ettiğim iki romanında da göstermiş olduğunu belirtmeliyim. Nurten de, Sırma da yıkılışları, tükenişleriyle toplumumuzdaki ‘kadın’ın tüm demokratiklik, kadın hakları cömertliği gösterisi ve de uygarlaşma sevdasının göstermelik uygulamaları –ne yazık ki- içindeki dramatik, hatta trajik gerçekliğini simgeler gibiler. Sırma ile Nurten’in dünyalarında rol alan önemli, önemsiz kişiler de (“Asmalı Pencere”de Cudi’nin azıcık yapay oluşu dışında) sosyal ve kültürel gerçekleriyle çelişmeyen bir inandırıcılık içinde tipleştirilmişlerdir. Yeşil Düş adındaki yalının çocuğu Cudi, oradaki yakınlıkları ve çatışmaları okura sunan anlatımcılığıyla, yaşının ve kültürünün, hatta zekâ ve yetenek düzeyinin dışında bir kimlikle usta bir yorumcu olarak görünmektedir. Belki de “Asmalı Pencere”nin aksayan tek yanı budur. ‘Karakter’den çok ‘tip’ niteliği taşıyor kahramanlar. (Nurten ve Sırma da dahil) Her iki romanda da aslında ön planda tutulan kahramanlar değildir. Onlarda odaklanan ‘insan’ın (‘kadın’ın) yıkılışı ve bu yıkılışı hazırlayan, hızlandırıp tamamlayan sorunlar karmaşasıdır. ‘Karakter’ yaratımı romancı ustalığında çok önemli bir aşamadır ama, yazınsal işlevi gerçeklemede bir yere değin gölgeleyici bir yol da olabiliyor ‘karakter’e tutsaklık. Tiplemelerdeki özgünlükle romancılığın bu kaygısının üstesinden gelebilirse sanatçı, yeterli olabilir bu kadarı. Estetik kaygıyı da boşlamadan sorunsalı kişiler ve kişilerin yakınlık ve çatışmalarıyla belirlenen devingen kanavada işleyebilmek de ayrı bir ‘hüner’dir. Mustafa Balel böyle bir başarıyla çıkıyor karşımıza. Abartısız, sivriliklerden arındırarak roman evrenini. Çevre (Mekân) : “Peygamber Çiçeği”nde iki ayrı çevre var: Biri Sivas’ın bir kenar mahallesi, öbürü İstanbul’da Yüksek Kaldırım’da bir genelev dünyası. “Asmalı Pencere” ise üç ayrı “mekân” ve üç ayrı kesit içermekte: Kurbanemmi’nin gençliğinin geçtiği ve kızı Üftade’yi çocuk denecek yaşta bir öğrenciyle evlendirdiği Anadolu kasabasını da katacak olursak mekân sayısı dörde çıkarılabilir. Sırma’nın çocukluğunun geçtiği İstanbul-Merter’in şimdiki yerinde gecekondular, gene Sırma’nın genç kızlık döneminin geçtiği Yeşil Düş adlı yalı ve Boğaziçi evreni, evlenip göçtüğü Sivas’ın kenar mahallesi. Ve tüm bu mekânlara gerçekliğini kazandıran sosyal çevreler… Zaman : İki romanda da ‘kadın’ın (Sırma ve Nurten’de simgelenen) çarpıcı sonunun sergilendiği zamanlarda bir yakınlık vardır. Kimi imgelerin çağrıştırdığı anımsamalar, yakın geçmiş zamandan izler de taşımaktadır. Romanda ‘imge’ zenginliği bir yoğunluk kazanmadan, yeri geldikçe zamanlar arasında ‘konu’yu ve ‘kişiler’i belirlemede işlev üstleniyor. Yakın geçmiş, şimdiki zamanı tamamlayıcı bir öğe olarak kullanılıyor. Çünkü söz konusu asıl zaman ‘şimdi’dir. (Öncesiz edemeyen ‘şimdi’.) Örneğin ‘dede’ bile, Sırma’nın çocukluğunu anlatırken (“Asmalı Pencere”de) bir çağrışımla kendi geçmişine, çocukluğuna değin uzanabiliyor. “Peygamber Çiçeği”ndeyse Nurten, çocukluğunu anlatırken o günleri belli bir düzen ve sıra içinde sergilemeye özen gösteriyor. ‘Yeterli’ zaman dilimini aşıp ‘gereksiz’e kaymıyor. “Asmalı Pencere”de ‘zaman’ bir iç içelik ve devingenlikle yansımaktadır. Roman kurgusu da bu espride belirleniyor. Yer yer okuma dikkati gerektirir zorlayıcı yapısına karşın, roman, ‘zaman’ çağrıştırmalardaki devingenliğin gerektirdiği canlılıkla tekdüzelikten kurtuluyor, belirli bir akıcılıkla ilgiyi diri tutabiliyor. Kurgu : “Peygamber Çiçeği”nde ‘yaşam mantığı’ ile uyuşan neden-sonuç bağlamı yeterli boyutunu kazanırken, Nurten’in Yüksek Kaldırım’a düştükten sonraki gerçekliğini günü gününe, kimisini de belli bir süre aktarırken, çocukluğundan ‘ora’ dünyasına kendisini iteleyen sosyal ve ekonomik temelleri etkilerin canlı izlenimleri ve zorunlu anımsatmalarıyla hikâye etmekten kendini alamıyor. “Asmalı Pencere”de, Sırma da, Hüsnü Efendi’nin ardına takılıp gittiği günden, Yeşil Düş dünyasının sahibi Fikret Hanım ile kocasının kendisini ‘dün kahve verdiği adama verdiklerini söylediği günden itibaren’ yaşantısını bir bakıma ‘günlük’ diyebileceğimiz bir biçemle dile getiriyor. Bu noktada “Peygamber Çiçeği” ile birleşen bir yan söz konusu. İki romanda elbet konudan, konunun kaynaklandığı gerçeklikler açısından kurgusal ayrılıklar vardır. “Asmalı Pencere”de üç anlatıcının ‘perspektif’ farklılıklarından da gelen yorum ve belirlemeleri bu romanın öbürüne göre kurgu ayrılığının da belirleyici ilk göstergesidir. Her iki konu da çok yakın bir geçmişte toplumca yaşanılmış sosyal, ekonomik ve siyasal gerçekliğin izlerini – roman kahramanları üzerinde yarattığı, dozunda bırakılabilmiş etkiler boyutunda - taşımaktadır. Bireysel’i yansıtmada ‘genel’, doğurucu gerçekliğiyle her sayfada gündemdedir. Dil ve anlatım : Mustafa Balel yer yer öykülerinde de yansıttığı roman dilini, bu iki romanında kendi ‘özgün’ yapısına kavuşturmuş görünmektedir. ‘Ben başkayım” dedirten farklı bir biçem var anlatımında. Öteden beri yaptığı gibi, tiplemelerinin de kişiliklerinden gelen doğallıkla halk deyimlerine gerektiğince başvuruyor. Ayrıntı çoklukları roman dilini, kurgu bütünlüğünü ete kemiğe büründürücü katkılarıyla işlev kazanıyor. Lukacs’ın görüşünde olduğu gibi “Ayrıntılar roman kurgusunun öğeleri” olabilmiş. Her sayfada, diyaloglarda, bu öğelere rastlanması olası. Kısacası Mustafa Balel, “Peygamber Çiçeği” ile ulaştığı romancı düzeyini – bizim gördüğümüz kadarıyla - “Asmalı Pencere”de de tutturmuş, hatta ‘romancı’ kimliğini kanıtlama ustalığıyla yazın dünyamızda yerini almıştır. Celal Özcan Peygamber Çiçeği / Roman / Mustafa Balel / Dünya Kitapları / 278 sayfa. |
PEYGAMBER ÇİÇEĞİ Mustafa BALEL Roman DÜNYA YAYINLARI 2005 İstanbul 2.Basım |
Peygamber Çiçeği’nin 1981’de YAZKO yayınları arasında yayımlanan birinci baskısının İsa ÇELİK tarafından tasarlanan kapağı |
BASINDA PEYGAMBER ÇİÇEĞİ |
PEYGAMBER ÇİÇEĞİ ÜZERİNE YAZAR İLE YAPILAN KONUŞMALAR |
mustafabalel |