. Français |
. English |
mustafabalel |
CUMARTESİYE ÇOK VAR MI? Mustafa BALEL Öyküler YAZKO İstanbul, 1981 (Birinci Basım) |
BİR “Adım Deste. On yaşındayım. Saçlarım uzun. Okula giderken örgü yapıyorum. Ben yapmıyorum. Ablam yapıyor. Ablalarımın en çok, büyüğünü seviyorum. Onun adı Gülname. Saçlarımı ören de işte o. Gülname ablamdan başka altı ablam daha var: Gülperi, Metanet, Birgül, Semiha, Sultan, Emine. Bir de Beste vardı, benim ikizim. Evlatlık verdiler onu. Çok oldu, okula bile başlamamıştık daha. Metanet ablamla Sultan ablam evliler. Benim yaşımda çocukları var. Birgül ile Gülperi de yeni evlendiler. Ağabeyim az. Üç tane. Kadir ağabeyimle Abdurrahman ağabeyim. Bir de Feridun var, ama ben onu sevmiyorum. Ağabey demiyorum ona. Dövüyor beni. Kadir ağabeyimle Abdurrahman ağabeyim çok güzel. Hiç dövmüyorlar beni. Kadir ağabeyim, kızına alırken bana da elbiselik aldı. Öyle güzel ki görseniz bayılırsınız! Kocaman kocaman çiçekleri var. Sarı, mavi, turuncu... Ben aslında pembeyi daha çok seviyorum. Kahvecinin kızınınki gibi yeşilin üzerine pembe çiçekli olsa çok daha iyi olurdu. Ama olsun, n’apıyım, Kadir ağabeyimin aldığı da güzel. Erzincanlıların Nebiye’ninkine benziyor. Melek yengem dikti. Rengi başka ama desenleri kahvecinin kızınınkinin aynısı. Onu da Melek yengem dikmişti. Nebiye’ninkini annesi dikmiş. Melek yengeme getirmediler. Onun için de kolları daracık, omuzları düşük, beli bol... Eteği de sarkıyor. Tabii, Melek yengeme getirmezlerse olacağı o! Gördüm annesini. Onun diktiği o kadar olur! Melek yengemi çok seviyorum ben. Elbiselerimi hep o dikiyor. Okul önlüğümü de... ” Sustu. Elindeki kalemi ve rahatça okuyabilmek için gözüne adamakıllı yaklaştırdığı defteri ders çalışırken masa yerine kullandığı sofra tahtasının üzerine bırakıp çekirdek külahını yeniden önüne çekti Deste. Bir yandan çekirdek çıtlatırken bir yandan da yazdıklarını gözden geçirmesinde hiçbir sakınca yoktu. Nasıl olsa defteri gözüne yaklaştırmak için bir eli yetiyordu. Aslında iyice de bunalmıştı. Bu güzel havada dört duvarın arasında kapanıp kalmak pek de güzel bir şey değildi. Yaşıtları sokaklarda koşturup duruyordu. Açık pencereden gelen çocuk sesleri, bitişik odadan duyulan ağlama seslerini bastırıyor, hatta bazen duvarlarda yankılandıkları bile oluyordu. Ama mecburdu. Ödevini vaktinde yapmayınca olacağı buydu. Okuması bitince defteri bıraktı. Bir koşu gidip yandaki odada içini çeke çeke ağlamaya çalışan Gülname ablasına bakmayı düşündüyse de vazgeçti. Yanına giderse Gülname ablası daha da üzülebilirdi. En iyisi, kendi haline bırakmalıydı. Birkaç çekirdek daha çıtlattıktan sonra kaleminin ucunu sivriltip yeni baştan alçacık sofra tahtasının üstüne abandı. Kaldığı yerden devam etmeye başladı: “ Kadir ağabeyimin aldığı entarilik sandıktaydı. Alalı çok olmuştu. Annem arasına yağlı çıralar koyup sandığa kaldırmıştı. “ Sırtındakinin suyu mu çıktı? Hele o eskisin biraz, demişti... ” Durdu. Çekiştirip durduğu burnunu sildi. Defterin üzerine dökülen gündöndü kabuklarını sıyırıp sofra tahtasının üzerine serili basma örtünün bir köşesine topladı. Ağzına bir çekirdek attı. Külahtaki çekirdeklerin irilerinden seçip önüne hazırladıktan sonra doğruldu, uzun uzun gerindi, eğilmekten uyuşan belini oynattı. Yumruğuyla arkadan bastırıp kamburunu düzeltti. Son yazdıklarını gözden geçirdi: “Geçenlerde bu işin üzerine, çıkardı Melek yengeme verdi annem. “Dik de giysin bari, dedi. Madem geleceklermiş, adama benzesin biraz... ” Okudukça gözleri ışıldıyor, içine bir ferahlık yayılıyordu. Şöyle böyle derken bayağı güzel oluyordu ha ödevi! Yarın kim bilir ne beğenecekti öğretmen. “Aferin” diyecek, en büyük notu ona verecekti. Temizlik kolu başkanlığını bakkalın kızı Sıdıka’dan alıp ona verecekti belki. Hatta belli mi olur, bakmışsın, kitabı da o kazanabilirdi. Ah, o zaman arkadaşlarının yüzünü görecektin! Ne kadar üzülecek ve kendileri kazanamadılar diye çatır çatır çatlayacaklardı. Oh olsun! Görsünler bakalım, köylü kızı diye alay ettikleri, hiçbir şeyde aralarına almak istemedikleri Deste nasılmış! Sabah olmuş da ödevini götürmüş, öğretmen çok beğenmiş ve iki kez üst üste okutmuş gibi heyecanlandı. Sanki öğretmen beğendiği ödevleri yaptığı gibi bir kez de astsubayın oğluna okutuyor, Deste de oturduğu yerden göğsünü kabartarak arkadaşlarını süzüyordu. Almanyalı Pakize’nin yüzünü buruşturarak biraz sonra okuyacağı ödevini gözden geçirişini, Binbir Çeşit Memet’in oğlunun önündeki çocuğa yumruk atışını, Yeşim’in sıra kendisine geldiğinde ödevini neden hazırlamadığı konusunda kıvıracağı yalanı hazırlamak için başını önüne eğip hınzırca düşündüğünü görür gibi oldu. Öğretmenlerin, sınıfa müdür ya da müfettiş geldiğinde parçaları okuttuğu – müsamerelerde ve törenlerde de şiirleri o okuyordu – astsubayın oğlu metnin sonuna yaklaştıkça bakkalın kızı Sıdıka’nın hırsından mosmor kesildiğini, ne yapacağını bilemeden ellerini ovuştururken yanındaki arkadaşlarına dirsek vurarak pis pis kendisini süzdüğünü görür gibi oldu. Acı bir kapı gıcırtısıyla düşlerinden sıyrıldı. Sınıfın, öğretmen de dahil, kendisini alkışlayışı, tüm gözlerin bir anda üzerine çevrilmesi... Sıdıka’nın ödev yazılı defterin sayfasını hırsla kopararak avucunun içinde buruştururken, burun bükerek kahvecinin kızına bir şeyler fısıldaması... Sonra ikisinin birlikte dişlerini göstererek gülmeleri... Hepsi geride kaldı. Çabucak kendini toparladı. En iyisi kaldığı yerden sürdürmeli, yazacaklarını bir an önce bitirmeliydi. Böylece bir anda herkesin gözünde bambaşka bir Deste olup çıkacaktı. Kendisinin hiç de arkadaşlarının ya da öğretmenlerinin sandığı gibi tembel, beceriksiz biri olmadığını göstermiş olacak; bir daha da kimse onunla alay edemeyecekti. Saçını çekip ayağına çelme takamayacaktı……. |
TADIMLIK |