www.mustafabalel.com |
ESMA SALTIK TURUNCU ELENİ YA DA İNSANI YANSITAN ÖYKÜLER Öykü, gerek dünya edebiyatında gerekse Türk edebiyatında sevilerek okunan, vazgeçilemeyen bir tür olarak karşımıza çıkar. Dünyadaki ilk örneklerinden biri olan, ünlü İtalyan yazarı Boccagio’nun Decameron’unda olduğu gibi, Türk roman ve öykücülüğünün başladığı yıllarda, Ahmet Mithat’ın Kıssadan Hisseler’i, Samipaşazade Sezai’nin Alphonse Daudet etkisinde yazdığı Küçük Şeyler de halk tarafından çok sevilmiş ve bir anda yaygınlık kazanma ortamı bulmuştur. Okurun bu türü kısa zamanda benimsemesinin en önemli nedeni kuşkusuz öykünün az zamana çok şeyler sığdırmaya elverişli bir yapıda olmasıdır. Kolay tüketilir oluşu nedeniyle okur doğal olarak tercih edecektir öyküyü. Ancak yazar için kısıtlı sayfalara az sözle çok derinlikler kazandırmak hiç de kolay değil doğrusu. Bu yüzden de nicelik olarak özellikle son zamanlarda hayli çok öykü kitabı yayınlanıyorsa da nitelik olarak aynı şeyi söylemek olanaksız. Buna rağmen zaman zaman türün ideal örneklerine rastlanmıyor da değil hani. Örneğin en son okuduğum Turuncu Eleni! Mustafa Balel’in değişik çevrelerden seçilmiş insan yaşantılarını kesitleyen bir öykü demeti. Balel’in “Duyarlıkla gerçekliğin ustaca örüldüğü öykülerden oluşan bu yapıtı öncelikle adı, rengi ve kapağıyla dikkati çekmiş, bende okuma isteği uyandırmıştı. Okuyunca bunun yalnızca biçimsel bir çekim olmadığını gördüm. Sekiz öyküden oluşan kitap İstanbul’da yaşayan taşra insanından kesitler veren Gülname ile başlıyor. Balel insanları konuşturma ustası olarak çıkıyor karşımıza adeta. Ustalıklı diyalog ve monologlarıyla vurgulanan gerçekleri yumuşatıp değişik yorumlara sürüklüyor, sıcaklık sevecenlik içinde etkinleştiriyor. Tertemiz odalar, temizlik kokusu, bir oya, bir çiçek, gelenekler, güvence arayışları, güvensizlikler… Bütün bunlarla karşınıza bir destan gibi çıkıyor Gülname. Öykülerinde ince ayrıntıları büyük bir ustalıkla kullanan yazarın kimi öyküleri ince esprilerle bilinçaltına inip kayıtlara alınmış gibi bir duygu bırakıyor insanda. Çocukluk izlenimlerini yeniden canlandırma tekniği ve her cümlesindeki dolu dolu anlatımları göze çarpıyor. Ayrıca tüm öykülerde göze çarpan görsel yapı Gülname’de teatral bir anlatıma bürünüyor. Abla Gülname’nin dramatik burukluğuna alışmışken birden Şişli’nin Kocamansur Sokağı’nda yaşayan, mahalle çocuklarının ilgi ve merak odağı, yapıta da adını veren Turuncu Eleni ile tanışıveriyorsunuz. Çocukların gizli bir hayranlıkla izledikleri Eleni’nin gizemlerle dolu yaşamı yine çocuk gözüyle anlatılmış. (İlk dört öykü bu yöntemle ele alınmış.) Bir Avuç İstanbul’da bin bir hayallerle geldiği İstanbul’dan Sivas’a güzel anılarla dönmeyi ve oradaki arkadaşlarına bu güzel kenti anlatarak oların hayranlıklarını kazanmayı hedefleyen küçük bir çocukla aynı düş kırıklığını yaşıyoruz. Tarihi bir konağın müzeleşmiş insanları, eşyaları arasından aktarılan bu çarpıcı öyküde, bir minarenin kurşun kaplı kubbeyle birleştiği noktada yosun bağlamış taşların arasından fışkırıvermiş kadife kırmızısı bir hüsnüyusuftan ve arasıra uğrayıp konacak bir yer bulamadığı için çekip giden birkaç güvercinden başkaca bir şey göremeyen çocuğun yaşadığı sıkıntıyı yüreğimizin derinliğinde hissediyoruz. Kahramanı çocuk olan öykülerin sonuncusu Anacık. Henüz kendisi çocukken kardeşine annelik yapmak zorunda kalan küçük kızın dışarı açılma, arkadaşlarıyla oynama özlemi, büyümeden “büyük” olmak zorundaki kızın özlemleri, hayalleri, “anne” rolünü oynarken yine de “çocuk”luktan kurtulamaması, kaçış yollarını denemesi anlatılırken mekân betimlemeleri de çok başarılı. İç ve dış mekânlar ve bunların kahramanlar üzerindeki izlenimleri, bunlardan hayallere, geçmişe geçişler öykülere gerçek bir yaşanmışlık kazandırıyor. Köşküm Var Deryaya Karşı bir alkoliğin kendini, toplumu sorgulaması; kırgınlıkları, alınganlıkları, samimiyeti, sevecenliği içinde karşımıza çıkıyor. Ufak tefek sohbetler, hatır sormalar, yaşamla mücadele, maaş kuyrukları… Acındırma, felaket telalığı havasına girmeden yaşlı, sevimli bir karı-kocanın sevecen hallerinde yaşadıkları evlat acısını, avuntularını anlatan Matruşka Bebekler adlı öyküde günlük yaşamın her yönünü, bir roman olabilecek boyuttaki duyguları dokuz sayfalık bir öyküye sığdırabilmiş Mustafa Balel. Gerçekte her öykü bir yoğunlaştırılmış hikâye ya da komprime roman. Şu Gönül Şarkıları alkol tutkusunun ölüme kadar götürdüğü çevirmen Sermet Korkmaz karısı Ferhunde’nin yaşamı, mahallelinin dedikodu çarkının dönüşünü insanlardaki merak içgüdüsünü irdeliyor sanki. Final öyküsü Camgüzeli ya da Sürmeli’nin İki Dünyası oğul-gelin-kaynana üçgenine değişik bir yorum ve bakış açısı getiriyor. Gündelik yaşamını sürdüren sıradan insanların yaşam felsefesini, kızgınlıklarını, sevinçlerini, hayallerini, beddualarını, sevgi sözlerini tüm doğallığıyla aktarıyor, tekdüzeleşmiş duyulara canlılık katıyor bu öyküler. Turuncu Eleni, bir başka deyişle duygu yüklü, sıcacık, okunası öyküler... 2 Mart 1993 |
TURUNCU ELENİ MUSTAFA BALEL Öyküler E Yayınları 1991, İstanbul 102 sayfa |