www.mustafabalel.com |
GURBET KAÇTI GÖZÜME MUSTAFA BALEL Yazko Yayınları 1993, İstanbul 216 sayfa |
Şimdilik okuma fırsatı bulabildiğim tek yapıtınız “Gurbet Kaçtı Gözüme” adlı öykü kitabınız oldu. İçindeki öykülerin adları daha ilk bakışta dikkat çekiyor. Özellikle de “Ayıp Yerleri Yanlış Konmuş Resimler”, “Gurbet Kaçtı Gözüme”, “Gözyaşı Satıcısı”, “Dedemin Bakır Koltukları”… Yapıt adları sizce önemli mi? Elbette, neden olmasın. Aylarınızı, yıllarınızı verip bir yapıt üretiyorsunuz, onu neden dikkat çekecek, belleklere kazınacak bir adla sunmayasınız ki? Bir aşçı düşünebiliyor musun, yemeklerini şurası burası kırık bir melamin tabakta sunuyor olsun. Dünyanın en güzel yemeğini pişirse ne yazar, sunum işin aynasıdır. Ben yapıt adlarına çok önem verir ve onların estetik kaygılar taşıyan, çağrışımlara açık adlar olmasına özen gösteririm. İsterseniz önce kitaba adını veren “Gurbet Kaçtı Gözüme” adlı öyküden başlayalım. Bu öyküde yurtdışında çalışan göçmen işçilerin “memleket” özlemlerini anlatıyorsunuz. Üstelik de yüreklerinin derinliklerine inerek. Bu konuda bir araştırma yaptınız mı? Buna araştırma diyemeyeceğim ama çok yoğun gözlemlerim oldu. Yurtdışına işçi göçünün yeni başladığı yıllarda öğrenim için Fransa’da bulundum. İşçilerimizin henüz oraya yerleşip bugünkü gibi ghettolarını kurmadan, yani göreceli de olsa kendilerini güvenceye almadan önceki durumlarını yakından gözlemleme fırsatım oldu. Bu öyküde işte en başta kendi ülkesinden gelip orada gözü açılmış birtakım uyanıklar tarafından itilip kakılan o insanların yurt özlemlerini dile getirmeye çalıştım. “Dedemin Bakır Koltukları”ında dede-torun ilişkisi içerisinde bir aile ilişkisini derinden incelemeye aldığınız görülüyor. Dedenin ikide bir tavan arasına çıkıp bakır güğümlerle ilgilenmesinin altında yatan nedir? Geçmiş. Sadece geçmiş… Gelini Çeşm-i Sim’in işe yaramaz birkaç eski bakır güğüm ve el leğeni olarak görüp önce mutfaktaki evyenin altına, ardından da tavan arasına attığı nesnelerin gizemi yaşlı adamın geçmişiyle arasındaki tek bağ olmaları. O halde, gelini bu bakırları eskiciye verince adamın sarsılması, yaşama sevincini yitirmesi bundan kaynaklanıyor? Ta kendisi! İnsanlar geçmişiyle ayakta durmaktadır. Onları bundan soyutlayıp yalıtılmış hale getirmek kadar acımasız bir şey olamaz. Bir anda kendisini boşlukta bulmasına ve kökü kemirilmiş koca bir çınar gibi devrilmesine yol açmaktır bu. Bu öyküde dede-torun ilişkisinin çok güçlü olduğu görülüyor. Bunun bir rastlantı sonucu olduğu söylenebilir mi? Rastlantıyla ilgisi yok. Onların sıradan dede-torun yakınlığının çok ilerisindeki bu sıcak ilişkilerinin temelinde yatan aile içinde her ikisinin de, gerekli ilgiyi görmüyor olmaları. Onları birbirine kaynaştırıp sırdaş haline getiren işte bu ortak mağduriyet. Ezilmişlerin dayanışması. Beni çok etkileyen, adeta sarsan bir öykü de “Gözyaşı Satıcısı” oldu. Başkalarının cenazelerinde para karşılığı ağlayan o kadın kendi oğlunun cenazesinde, öyküyü anlatan küçük kızın dediği gibi gerçekten de kendisine para vermeyecekleri için mi ağlamıyor? Gözyaşı Satıcısı kadın profesyonel bir ağıtçı. Çağrıldığı cenazelerde para karşılığı ağıtlar söyleyerek dizlerini döve döve ağlıyor. Bu onun işi. Duyguyla, üzüntüyle bir ilgisi yok. Oysa oğlunun cenazesi onun işini yaptığı sıradan bir ölü evi değil. Kadın o mekânda artık bir süre ağlamasının karşılığında üç beş kuruş para kazanıp evinin gereksinimi karşılayan bir işçi değil, yüreği yaralı bir annedir. Bu durumda annelerin farklı farklı tepkileri olabilir… Kimi üzüntüsünü kendini paralayarak gösterirken, kimi acısını içine atıp yüreği kan ağlarken susar. Biraz da “Vesile”den hani söz etsek. Genel olarak insanlar böbreklerini ancak çok nadir durumlarda, eve ekmek götürmek ya da hastasına ilaç almak için satıyorlar. Oysa Vesile’nin tek derdi, Alman gümüşünden çay takımları, renkli televizyon, duvar kağıdı vb. Bu arada evine haftada bir aldığı ve kabir azabı çektirdiği gündelikçi kadınları da unutmamak gerekiyor tabi. Kendisi eski bir gündelikçi kadın Vesile. Organ satışının büyük paralar getirdiği 1970’li yıllarda böbreğini satarak edindiği parayla tüm özlemlerini yerine getirmeye bakıyor. En büyük özlemi de bir gündelikçi kadın olarak başkalarının ona yaptıklarını haftada bir aldığı zavallı gündelikçi kadına yapmak. Eh, insan doğası… |
SEHER ÇAPAR’IN GURBET KAÇTI GÖZÜME ÜSTÜNE MUSTAFA BALEL İLE YAPTIĞI SÖYLEŞİ |