|
GÜZELLİK HIRSIZLARI Pascal Bruckner Türkçesi: Mustafa BALEL Ayrıntı Yayınları 2004, İstanbul |
GÜZELLİK HIRSIZLARI Ali ANAVARZALI Güzellik bir suç mudur? Sırf bazı insanlara bahşedilen bir lütuf mudur o? Bazıları bütün bakışları üzerinde toplayıp herkesi kendine hayran bırakırken neden bazılarının varlıklarından kimsenin haberi bile olmaz? Çirkinleri mutsuz eden gerçekten görünümleri midir? Çirkinin gözünden bakıldığında güzel, kendi hakkından bir şeyler çalan bir gaspçı mıdır? Peki belirleyici olan nedir? Kıyaslanma faktörü ortadan kalktığında güzel ve çirkin kavramları neyi ifade edecektir? Mükemmel görüntüleriyle bizleri derinden yaralayan muhteşem varlıkları cezalandırmak gerekir mi?... 'Doğmadı Kutsal Çocuk' adlı romanıyla tanıdığımız, romanla denemeyi atbaşı götüren bir yazar. 'Baştan Çıkarılmış Masumiyet' adlı deneme kitabıyla Medicis Ödülü kazanan Bruckner'nin, yeni romanı 'Güzellik Hırsızları'nda, insan doğasının temel özelliklerine dair soru ve sorunlardan biri olan güzellik üzerine düşüncelerini roman tekniğiyle anlatma yolunu seçtiğini görüyoruz. Güzellik ve zalimlik bazen en şiddetli felaketlerin patlamasına yol açan iki unsurdur. Herkes kendi yüzünden sorumlu olduğuna göre genç bir kadının güzel olması bir suçtur ve cezalandırılmayı gerektirir. Yazar işte bu acımasız önermelerden yola çıkarak, gençliğin çoğu zaman panzehiri bulunmayan bir zehir olduğu üzerine temellenen acı, sıradışı bir öykü kuruyor. Yangından kaçarken... 15 Ağustos sabahı, Paris'te kimsesiz ve yoksullar hastanesi Hotel-Dieu'nun acil servisindeyiz. Mathilde adında genç bir stajyer psikiyatr, üzerinde hiçbir kimlik belgesi bulunmayan, yüzü bir maskeyle gizli, yalnızca gözleri görünen Benjamin adında garip bir hastanın itiraflarını gönülsüz de olsa dinler. Şundan bundan aşırdığı cümleleri bir araya getirerek yayımladığı romanı 'Şeytan'ın Gözyaşları' ilgi toplamış, 38 yaşında ama 50'sinde gösteren, doğuştan yaşlı asalak Benjamin ve onun bu üçkağıtçılığını yakalayarak adamı adeta oyuncağı haline getiren genç kadın: Helene, romanının odağını oluşturan iki temel kişidir. Benjamin ile 'erkek bedenini durup dinlenmeden tarıma açtığı, çalısını çırpısını ayıkladığı işlenmemiş bir toprak olarak gören' nişanlısı Helene bir kış günü İsviçre sınırına 500 metre uzakta şiddetli bir kar fırtınasına yakalanır ve Jura Dağı'nın tepesindeki bir çiftliğe sığınmak zorunda kalırlar. Küçük Sibirya diye de anılan bu kuş uçmaz kervan geçmez bölgenin tek yapısı kaleden farksız bu konakta tuhaf bir üçlü karşılar onları: genç görünümlü, Jerome Steiner adında tatlı dilli yaşlı bir avukat, onun tehlikeli bir kadın olan karısı Francesca ve her işlerini gören sadık hizmetkar cüce Raymond. Adeta gizli bir tarikat oluşturmuşçasına birbirine sıkı sıkıya bağlı olan bu garip üçlü son derece sıcak ve cömert karşılar onları, kendilerine lüks bir otelin konforunu sunarlar. Ne var ki bu çift donmak üzereyken sığındıkları bu sıcak konağın yavaş yavaş bir zindana dönüşüverdiğini göreceklerdir... Güzeller güzeli Helene ve olduğundan da yaşlı göstermenin ezikliği içinde kıvranan Benjamin, kendilerini ilgiye boğan bu insanların evinden bir türlü ayrılamazlar... Kimsesizler hastanesinin acil servisindeki garip adam Benjamin hikâyesini tamamladığında stajyer psikiyatrist Mathilde karmaşık duygular içindedir. Genç kız bocalamakta, tiksinti ve merak arasında gelgitler yaşamaktadır. Evini adeta bir sexshop'a dönüştürerek kendisini her geçen gün biraz daha ahlaki bir çöküntüye sürüklediğini gördüğü işsiz güçsüz sevgilisi tiyatrocu Ferdinand ile ilişkilerindeki sorunlarla meşgul kafası adamakıllı karışmıştır. İşine pek de bağlı olmayan bu genç kız acaba Benjamin'in anlattıklarıyla yetinecek midir, yoksa daha fazlasını öğrenme arzusuna mı kapılacaktır? Modern zamanların bu Mavi Sakalı ile cadı karısı ve canını bu ikisine adamış hilkat garibesi cücenin oluşturduğu troyka tek suçları güzel olmak olan genç kızları bir zamanlar saman kurutmak için kullanılmış Kurutmahane'ye neden kapatmaktadır? Amaçları onları tehlikeden korumak ya da kendilerinden yararlanmak mıdır? Yoksa, tam tersine, bu varlıkların köklerini kazıyıp başkalarına zarar vermelerini mi önlemektir? Bir güzelliği yok etmek kadar kolay bir şey yoktur dünyada: Onu başkalarının bakışlarından uzak tutmak bu iş için yeter de artar. İnsanın yüreğini daraltan barok bir yapıt olan ve yazarına Renaudot Ödülü'nü kazandıran 'Güzellik Hırsızları'nda Pascal Bruckner acımasız üslubuyla Figaro Litteraire'de Andre Brincourt'un da dediği gibi: "Bizi olayların içine, Virginia Woolf'un tabiriyle 'eylemlerin içine' sürüklüyor. Tıpkı roman kahramanı Benjamin'in intihallerini 'edebiyatın ortak fonu' adına yapışı gibi 'güzelliği' burada bir tür ters yüz etmek amacıyla işliyor." Mustafa Balel'in Türkçeye kazandırdığı 'Güzellik Hırsızları' Bruckner'in fantastiğin silahlarını kullanarak okurun ayaklarını yerden kestiği bir roman. Yıkıcı çılgınlığa götürebilecek bir mitin tehlikeli yapısı üzerine ahlaki ve acımasız bir masal. |