|
HINÇ AYLARI Pascal Bruckner Türkçesi: Mustafa Balel Ayrıntı Yayınları 2004, İstanbul 208 sayfa |
Olmadık düşler... Pascal Bruckner'in 'Hınç Ayları', normal başlayıp gittikçe hastalıklı ve yıpratıcı bir hâle gelen, sonunda da yıkıma götüren iki farklı aşkı anlatıyor ABİDİN PARILTI Aşk her çağda farklı kimliklere bürünse de özünü korumuş ve kişileri peşinden sürüklemiştir. Kimi kendince onu yeni kimliklere büründürmüş, o kimliklerin içinde kendine dair bir yer bulmuş, kimi zorlaştırmış, labirente çevirmiş, kimi basit bir duygu olarak ele almıştır. Kimi tenlerin birleşmesi olarak görüp, basit cinsel bir aktiviteye dönüştürmüş, kimi iki elin uzanırken bıraktığı ize eşdeğer görmüştür. Aşk her zaman filozofların en temel sorularından biri olmuştur. Ancak gelin görün ki yaşadığımız çağa kadar da ona tam bir cevap bulunmuş değildir ve öyle görünüyor ki ona tam bir cevap da bulunamayacaktır. Hayat öğretiyor, bazı soruların cevapları yoktur. Ve belki de o sorulardır kişileri peşinden sürükleyen, çoğunca yitip gitmesine neden olan. Acaba Aragon "Mutlu aşk yoktur" derken bütün aşkların yazgısını mı dile getirmiştir? Belki de kültür tarihçisi Rougemont'un söylediği gibidir "Mutlu Aşk'ın yazılı tarihi yoktur?" Ne yazık ki aşk üzerine söylenen her şey marazi kalıyor. Kitapları ve okumayı yaşamlarının önemli bir parçası yapmış ve son derece de mutlu olan Didier ve Beatrice yolculuğa çıkarlar. Didier, sevdiği kadınla birlikte kısa süreliğine de olsa başını alıp gitmek, göçebelik fantezisiyle, duygusal cesareti birleştirmek ister. Gündelikten, monotonluğun katı sıkıntısından kurtulmak, aşklarına heyecan katmak, onu daha güzel, kalıcı ve paylaşılan bir yere çekmek için gemiyle önce İstanbul'a oradan Hindistan'a oradan da Tayland'a gideceklerdir. Gemide tanıştıkları tekerlekli sandalyeye mahkûm Franz ve onun sevgilisi olağanüstü güzel, çekici Rebecca ise İstanbul'a gideceklerdir. Rebecca'nın Didier'i etkilemesiyle başlayan süreç Franz'ın Rebecca'yla olan ilişkisini başından sonuna kadar dört gece boyunca anlatmasıyla devam eder. İlişkinin hiçbir ayrıntısını kaçırmadan, en mahrem olanı bile şiirsel bir hazla anlatan Franz, Didier'in duygularını açığa çıkarır. Didier de yıkıcı bir biçimde Rebecca'yı arzulamaktadır artık. Franz kendi hazlarının hikâyesini anlatarak onun haz almasını sağlamıştır. Sapkınlıklarının hikâyesini anlatarak onu dehşete düşürür. Sonunda ise Didier'in aklını çelmeyi başarır ve ona Rebecca'ya dair duygular aşılar. Oysa Didier'in Beatrice'yle mutlu bir beraberlikleri vardır. Franz, Rebecca'yla otobüste karşılaşmış, türlü arayışlardan sonra onu bulabilmiş ve onunla birlikte olmaya başlamıştır. Rebecca on sekiz yaşındadır ve kim olduğu sonradan kestirilse de ne olduğu bir türlü kestirilemeyen oldukça gizemli bir yapıya sahiptir. Franz ise ondan on yaş büyüktür. Oldukça heyecanlı başlayan ilişki giderek monotonluğun tuzağına düşer. Yeni fanteziler, olmadık düşler bile bu aşka yetmez. Tükettikçe azalırlar. Azaldıkça yeni yollar ararlar. İlkin kendileri olarak, bağımsız olarak var olurlar. Ancak Franz gittikçe Rebecca'ya dönüşür ve bir süre sonra da o olur. Benliğinden ödünler verir. Franz, tam da yazarın kitabın girişine koyduğu Scott Fitzgerald'ın "Erkek ya da kadın, bir başkasının kişiliğinde yok olmamaya dikkat et." Sözünü doğru çıkarır. Bu aşktaki en önemli sorun kuşkusuz "Aşk ilişkisinde birbirine taparak kişiler monotonluktan kurtulabilirler mi? Erotizme ve giderek gülünç bir sapkınlığa sığınmak kişileri bıkkınlıktan kurtarır mı?"dır. Romanın sırrı Franz, sevginin düşmanlıkla ilişkisinin olduğunu, her an saf değiştirip duygu sahibini yıkabileceğini düşündüğü için sırlarını yakınlarıyla değil de yabancılarla paylaşır. Görünen budur Franz ile Didier'in paylaşımında. Ancak görünmeyen nokta Franz'ın öteden beri kurduğu, zekice ve oldukça tehlikeli bir tuzaktır. Franz'ın bütün bir romana mührünü basan bu tuzağı bir yandan romanı sürükleyici bir hâle getirirken bir yandan da okuyucuya yazının girişinde sözünü ettiğim aşkın hâllerini sorgulattırır. Roman, Franz'ın Rebecca'yla oldukça erotik macerasını anlatmaya başlamasıyla iki kanaldan akmaya başlar. Biri Franz'ın Rebecca'yla ilişkisini içine alan geçmiş zamandan bugüne akan kanal, diğeri ise sözü edilen dörtlüyü bir felakete sürükleyen şimdiki zaman. Bu iki noktanın buluştuğu yerde hikâye bitişe geçer. Franz'ın Rebecca'nın bedenini ateşli bir arzuyla tarif ettiği yer sevişmelerinin de lirik bir çözümlemesidir aslında. Burada hazzı göz ardı etmeyen beden tasvirleri Süleyman'ın Neşideler Neşidesi'ni anımsatır. "Ben tüm meyve ve sebzelerin şiiriyim, Belleville'li Fauchon'un kızı, Harissa prensesi, Kişniş kraliçesi ve Kakule tanrıçasıyım, domates kadar taze, marul kadar yeşil, armut kadar mayhoşum, tenim yumuşak ve bir misket üzümünün aromasına sahip, tükürüğüm arıları kıskandıran bir bal, karnım ince kumlardan oluşmuş bir plaj ve cinsel organım şekerden gözyaşları döken nefis bir lokum." Zaten Rebecca isminin de dini bir referansı vardır ve o bu referansa sadıktır. Bilindiği gibi Rebecca, dini metinlerde Yahudi'dir (romanda da), İshak peygamberin karısıdır ve Yahudi geleneğinde kocasına yaptığı hileyle ünlüdür. Burada da Rebecca, Franz'a durmadan hileler yapmakta ve onu çileden çıkarmaktadır. Nihayetinde Franz böyle bir güzelliği taşıyamaz. Çünkü Rebecca genç, güzel ve çekiciyken o bir kaza sonucu kötürüme dönüşmüştür. Ve eksik ile tam olanın bir arada olamayacağını düşünür. Herkesi içine alan planı ise Rebecca'yı da eksik bir hâle getirmek ve onu kendisine bağlı bir hayata zorlamaktır. Ne erkeğin ne de kadının üstünlük sağlayamadığı, bir ilişkiden çok, gücün savaş alanına dönüştüğü kişilerdir romandaki kahramanlar. Yıkıcı tutkunun etrafında roller ve iktidar durmadan değişir. Cellât ve kurban belli değildir. Kimin ne zaman kurban, ne zaman cellât olduğu bir türlü kestirilemez roman bittiğinde de. Tutku ve nefret birbirine sıkıca bağlanmış duygulardır burada. Romanın temel önermelerinden biri de, yeni yollar açan yenilgiler olduğu gibi insanı çıkmaza sürükleyen zaferler de vardır, düşüncesidir. Sonuç olarak aşka dair kadim soruları yeniden soran ve onun yıkıcılığına da işaret eden dili oldukça sade ve akıcı bir roman Hınç Ayları. Radikal, 07 / 04 / 2006 |