Metin Kutusu: Metin Kutusu:

www.mustafabalel.com

KİRAZ KÜPELER

MUSTAFA BALEL

Öyküler

 

ÖNCÜ Kitabevi

1978, İstanbul

112 sayfa

 

KİRAZ KÜPELER

 

Hani şu kışın serinliğini kemiklerinizde duyduğunuz iç karartıcı havalar geride kalmış, gelgit akıllı da olsa ilkyaz günleri gelip çatmıştı.

Kaşla göz arasında boşanıveren bir yağmur… Ardından ortalığı kasıp kavuran bir sıcak…

Bir gün önceki yağmur ve iliklere işleyen soğuk ertesi gün ertesi gün bakmışsınız yerini beyin kaynatan sıcaklara bırakıyor ve ne kadar canlı varsa kırlara, sahillere üşüşüyordu.

Sütlüce’deki mısırözü yağı fabrikasının yemekhanesi bile bundan nasibini almıştı. Başka zaman bu saatlerde ana-baba günü olan yemekhane o gün adeta boştu. Ne çatal kaşık gürültüsü, ne ağız şapırtısı ne de yaygaralarıyla ortalığı birbirine katan el radyoları... Yemeğini yiyen doğru bahçeye... Bu güzel havanın tadını çıkarmaya, sırtını kızdırmaya bakıyordu herkes.

Koca yemekhanede saysan on-on beş kişi ancak kalmıştı. Onun da çoğunluğunu Yemlihan ve arkadaşları oluşturuyordu. Bu turfanda zamanında sofrada biber dolması ve kirazı görünce doğal olarak yadırgamışlardı. Birtakım fikirler beyan edilirken söz sözü açmış, ufak bir şey bir anda ciddi bir tartışmaya dönüşmüştü. O yüzden de yemeklerini bir türlü bitirememişlerdi.

Bahçe kapısından değil de personel müdürünün bulunduğu koridora açılan kapıdan girdin mi, soldaki masalardan pencere önündeki ilk masaydı Yemlihan’ınki. Zaralı, Cimşit, Ökkeş, Maciroğlu... kısacası Aydın dışında tekmil masa oradaydı. Lafa dalıp kaybettikleri zamanı yakalamak istercesine işbaşı borusuna kadar hiç olmazsa çimenlerin üzerine uzanıp sigaralarını orada tellendirmek için herkes yemeğini arkasından atlı kovalıyormuş gibi hızlı hızlı yerken, Yemlihan’da öyle bir telaş görünmüyordu. Tersine ötekilerin bir an önce işini bitirmesi için ağırdan alıyordu. Onlar çıkınca tabakta kalan kirazları bir kağıda sarıp dolaba kaldırmayı koymuştu kafasına... Akşam, giderken götürür, çocuğun önüne koyardı…

Aslında ağırdan almasının, isteksiz davranmasının tek nedeni bu değildi tabii. Daha, masaya oturmadan, tabaktaki diri diri, al al kirazları görünce olanca neşesi uçmuştu. Başka zaman aç kurt gibi saldırdığı biber dolmasının bile tadını alamamıştı. Lokması epeyce bir süre ağzında öylece kalmıştı. Tuhaf bir durgunluk çökmüştü üstüne. Boş bakışlarla kirazları süzüp duruyordu.  Her defasında bir ikisinin eksildiğini gördükçe içi burkularak... Sözüm ona anlatıları dinlermiş gibi görünüyordu ama konuşmaların tek kelimesini bile duyduğu yoktu.

Yaz geleli bu ikinci görüşü oluyordu kirazı. Biri bu, biri de hani şu malum olay…

Bir ay kadar önceydi. Hiç tadı kalmamıştı zavallı yavrunun. Durup dururken mızmızlanmalar, ağlayıp sızlamalar... Birden bire basan terler... Hele de benzinin solukluğu! Tanrım, o kireç gibi yüzünü gördükçe insanın içi eriyordu. Daha başında söylemişti adamlar ama umut dünyası işte! Adamakıllı ziyan edip bırakacaklarını ne bilsin, bir yararı olur sanmıştı. Ne demişler, öksüz oynaşa çıkınca ay akşamdan doğarmış! Felek nerede yar olmuştu ki orada gülsün yüzüne! Sen tut yıllar yılı düşler kur, hacı hoca kapıları aşındır... Tekkelere adak mumları yak... Bir çocuğun olsun diye çırpın, sonra da uğursuzluklar birbirini kovalasın... Daha doğumda başlayan terslikle çocuğun ardından kadıncağızın rahmi alınsın. Üstelik de gördükleri görecekleri tek çocuk dilsiz çıkmıştı... Hadi dilsizliği neyse, peki şu kalp kapakçıkları mıdır ne, işte o Allah’ın cezalarından birinin açık olmasına ne buyrulur! Her şeyin ondan kaynaklandığını söylüyorlardı: Benzinin solukluğu, halsizliği, teri…

Manavın tablasındaki kirazları görünce, çocuk birden derdini, acısını unutmuş, bakışları babasının gür bıyıklı kemikli yüzüyle kirazlar arasında mekik dokumaya başlamıştı. Bir yandan da kanı çekilmiş ellerini kıvır kıvır sarı saçlarının gölgelediği kulağına götürüp açıp yumuyordu. Yani aylar önce bir tanıdığın hasta görmeye gelirken getirdiği kirazlarla yaptığı gibi çatallılarından seçip kulaklarına taksınlar istiyordu.

Annesi durumu kavramış, küçük kızın ilgisini başka yöne çekmeye çalışıyordu. Bir arabaya, bir kediye, balkonlardan birinden sarkan sardunya çiçeklerine…

Ne var ki hiçbiri küçük kızın ilgisini çekmeye yetmiyordu. Kadıncağız ilginç bir şey bulmak umuduyla sağa sola bakınırken birden gözüne karşı kaldırımdaki ayıcıyı fark etti. Ve de ayısını… Çingenenin tefine ayak uydurarak öteye beriye kıvrılmaya, gerdan kırmaya çalışan, kocakarıların hamamda nasıl bayıldıklarını, Kürt kızlarının yün eğirişlerini, Yörük gelinlerinin hamur yoğuruşlarını göstermek için hantal gövdesiyle bezgin hareketlerde bulunan ayıyı…

Gelgelelim çocuğun gelip geçenlerin meraklı bakışları  – bir kısmı da burun kıvırıp geçiyordu -  arasında kılıktan kılığa giren ayıyı görecek gözü yoktu. Omuz başlarından yaldızlı kordonlar sarkan haki giysisi içinde kurumundan geçilmeyen eli asalı minik generali de... Başının üzerine çadır gibi gerdiği gazetenin resimlerine bakayım derken kaldırımdaki beton direğe çarpan banka odacısının sağ omzuna yapışık başı, çarpık bacakları bile ilgilendirmiyordu onu. Yemlihan’ın, şiş göbeği kendinden önce yürüyen dazlak kafalı, yaşlı bir adamın piposunu tüttürerek zincirinden tutup dolaştırdığı, kafası burnunun ucu ve ayak bilekleri dışında her tarafı kırkılmış, kulakları kırmızı ponponlu köpeği göstermesi de boşunaydı. Hiçbirini tındığı yoktu çocuğun. Öyle ki, yine böyle bir hastane dönüşü gördüğü ve uğrunda bir hayli gözyaşı döktüğü oyuncak panda bile silinmişti gözünden. Varsa yoksa kiraz!... Oyuncak pandaya yaptığı gibi avuçlarını açıp yummakla eline bir şey geçmediğini görünce ağlama faslı başlamıştı yine. Bu inceden inceye ağlamanın bir süre sonra hıçkırığa dönüşeceğini, sonunda da uğunup kalacağını kestiren Yemlihan, çaresiz, birkaç dükkân geride kalan manava doğru yönelmişti:

“Şuradan yüz gram kiraz tartar mısın?”

Hiç oralı değildi manav. Duyup duymadığını bile anlamak mümkün değildi. Bir kapıcının elindeki listeden okuduğu bitmek tükenmek bilmeyen siparişleri tartıyordu. Bir yandan da topuz yaptığı ak saçlarının üzerine inciler serpiştirilmiş, çıplak kollarının etleri tiril tiril sarkan yetmişlik matmazel ile palabıyık kapıcının kapışmalarına katılmaktan geri kalmıyordu. Her ne kadar kapıcıya kızarmış gibi görünüyorsa da arada bir sarf ettiği küçük giriş cümleleri ve üstü örtülü anıştırmalarla irice bir patlıcanı bacaklarının arasına kıstırıp tehdit edercesine kızkurusunun üzerine üzerine giden heyula kapıcıyı kışkırtmaktan kendini alamıyordu. 

Zebani kılıklı kapıcının uygunsuz davranışları ve manavın kıs kıs gülerek yaptığı anıştırmaları karşısında utançtan başını önüne eğmiş, bir köşede bekliyordu Kıymet. Aslında adamların bu uygunsuz şakalarını görünce dükkânın önünden uzaklaşarak bitişikteki pasajın girişine sığınmaya çalışmıştı ama bırakmamıştı ki çocuk! Dükkânın önünden ayrılır ayrılmaz makaraları koyuvermiş, kadıncağızı ister istemez oraya çivileyivermişti. Yoksa kapıcının yakası açılmadık lafları erkek haliyle Yemlihan’ı bile rahatsız ediyordu.

Birkaç kez araya girerek kiraz istediğini ve çocuğun sabırsızlandığını anımsatmaya çalışmıştı ama sözü her defasında ya şakaya getirip kadının ellenmedik yerini bırakmayan ar damarı çatlamış kapıcının gümbürtülü kahkahaları kaybolup gidiyordu. Bu arada kızıyormuş gibi göründüğü halde gerçekte hınzırca bir zevk aldığı her halinden belli olan tiridi çıkmış kızkurusunun histerik çığlıklarını da unutmamak gerekiyor… Önce kapıcının listesini tamamlayıp sonra onun isteğini yerine getirecek desek, öyle bir şey de yoktu. Onun üstüne iki müşteri savmıştı.

Adama bak yahu, başkalarının verdiği para, onunki tenekeydi sanki! Hiç tındığı yoktu. Elalemin bamyasını, Brüksel lahanasını, kuşkonmazını veriyor, onun kirazına gelince iplemiyordu bile. Bekle babam, bekle! Neredeyse on on beş dakikadır dükkânın önünde ağaç olmuşlardı. Şeytan diyordu ki, sarıl gırtlağına, öbür kolunu da sen kır kâfirin!... Hepten budayıp bırak deyyusu!... Elalemin Ermeni’sine, Yahudi’sine, Rum’una gelince damakları şaklayan, önlerinde ezim ezim ezilen mendebur herif onun yüz gram kirazına gelince kılını bile kıpırdatmıyordu…

Ne yapsaydı ki?... Hazır, çocuğun ağlaması kesilmişken, ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü deyip çekip gitse mi, yoksa gidip ümüğüne mi binseydi dürzünün?...

“İşi olmayan çekilsin beyler! Tablaların önünü kapatmayalım!...”

Elinde olmadan bir adım gerileyerek şöyle bir sağına soluna bakındı Yemlihan. Tablaların önünde kucağında çocukla bekleyen Kıymet ile kendinden başka kimse yoktu. O halde, onlara diyordu…

Şöyle bir doğruldu, ufak yolu silkinip cebinden çıkardığı elini yumruk yaptı, yürüyordu ki Kıymet ceketini ucundan yakaladı:

“Uyma Allah’ın çolağına! Ürüsün dursun!...” 

Haklıydı kadın. İte taş atıp bacağına bulaştırmanın gereği yoktu. Üstelik de bir sıkımlık canı vardı, bir şey falan olursa, adam sayılırdı başına.

“Yahu amca, şuradan yüz gram kirazımızı ver de yolumuza gidelim. Yarım saattir belliyoruz...”

Adam, portakal rengi plastik oturağın üzerine çöktü ve omzuna atılı bez parçasıyla domateslerin tozunu alırken, kılları alnının ortalarına doğru uzanan gür kaşlarının altındaki kızarık gözlerini büzüştürerek:

“Efendim, anlamadım! diye atıldı. Ne diyorsun sen hemşehrim, altın mı alıyorsun? Şuradan yüz gram kirazımızı ver de gidelim’miş...”

Adamın bu haksız dikleşmesi Yemlihan’ı çileden çıkarmıştı. Hem kel hem fodul diye işte buna denirdi. Çolak dürzü yaptığı terbiyesizlik yetmiyormuş gibi bir de adamı hakir görmeye kalkışıyordu. Altın mı, elmas mı tarttırıyor gösterirdi ama yesin içsin de dua etsin, sakattı kâfir!

“De hadi adam, gidelim!” diye çıkıştı Kıymet. “İtle köpekle uğraşacağına çekip gidelim hadi. Canına can katacak değil a...”

Başını sağa sola sallayarak söylenmeye başlayan Yemlihan karısının bu uyarısı üzerine dükkânın önünden ayrılmaya niyetlendiyse de çocuğun hüzünlü yüzünü görünce dayanamadı:

“Ver hadi, iki yüz elli gram olsun bari...”

Manav gözden çektiği küçük bir kesekâğıdına bir avuç kiraz koyup terazinin gözüne bıraktı; ibrenin hızla fırladığını görünce birazını geri alıp torbayı uzattı. Kaş göz hareketlerinden sinirlendiği belliydi. Yemlihan’ın yırtıklarını gizlemeye çalışarak uzattığı beşliği önlüğünün cebine attı ve ilgisiz tavırla sözcükleri ağzının içinde geveleyerek on beş lira daha istedi. Ardından da büyücek bir torba alıp yeni gelen bir müşterinin istediği iki kilo kirazı doldurmaya koyuldu.

‘On beş lira daha’yı duyunca Kıymet’in başından aşağı bir kazan kaynar su döküldü adeta. Çocuğun kulağına takacağı kirazı almak üzere kesekâğıdına daldırdığı eli, kızgın sobanın içine girmiş gibi oldu birden. On beş lira daha mı? Ceplerindeki paranın tamamını saysan o kadar çıkmazdı. Eczacı yosması para mı bırakmıştı? Ne var ne yok talan etmişti. Allah’ın parmak kadar bir kutu ilacına vicdanı sızlamadan altmış iki lira bilmem ne kadar kuruş almıştı... Şimdi bu da kalkmış bir avuç kiraza yirmi lira istiyordu. İstemesi kolay da, nasıl ödeyeceklerdi ki bu parayı? Hadi on beş lirayı bir araya getirdiler diyelim, dolmuşa ne verecek, eve nasıl döneceklerdi? On beş lira dahaymış!... Kolay kazanılıyor sanıyordu herhalde bu parayı! Bugüne bugün bir işçinin yarı yevmiyesiydi o para. Öyle de güzel söylüyordu ki: On beş lira daha! Sokaktan topluyordu herhalde millet. On beş lira kazanacağım diye Allah’ın dağına kova kova su çektiğinden, kocasından uğrun milletin bekârlarının çamaşırlarını yıkayacağım, donlarını ağartacağım diye anasından emdiği burnundan geliyordu. Bunlardan hiç haberi yoktu mendebur çolağın!

Kesekâğıdını tezgâhın üzerine bıraktı Kıymet:

“Sağol amca, kalsın. Çok tatlıymış, dokunur çocuğa!...”

 

*

“Yapma, sakın yapma! Dokunma orama, bozulurum Allah’ıma!...”

“Hıyarağası, sen de kalemi ver öyleyse!...”

 

Şöyle bir irkildi Yemlihan. Geçmişten sıyrılıp günün dünyasındaki yerini almak istercesine başını sallayarak birkaç kez üst üste gözlerini ovuşturdu. Üzerindeki uyuşukluğu attığında da ilk gördüğü şey Zaralı ile Ökkeş’in neredeyse kavgaya dönüşmek üzere olan el şakaları olmadı tabii.

Ne el şakalarını, ne kavgaya dönüşmek üzere olan bu eşek şakalarını önlemeye çalışan Maciroğlu ile Cimşit’in sandalyeleri devirerek oraya buraya koşturduklarını gördü. Maciroğlu’nun Zaralı’nın elini apışarasından uzaklaştırmaya uğraşırken Cimşit’in Ökkeş’in biraz önce iç cebine yerleştirdiği kalemi geri almaya çalıştığını görmedi bile.

Gözleri hâlâ kiraz tabağındaydı onun.

Bir süre sonra kendini toparlayıp da kiraz tabağının içinde birkaç çekirdekle bir avuç çöpten başka bir şey kalmadığını görünce bir anda olanca kanı tepesine fırlayıverdi.

Masaya inen bir yumruk!... Boş bir alüminyum tabağın yuvarlandığı betondaki tıngırtısı… Birbirine değen bardakların şangırtısı…

Onun bu tepkisi üzerine Ökkeş biraz önce el koymaya çalıştığı kalemi vermiş, Zaralı da Ökkeş’in hayalarını sıkmayı bırakmıştı. Ne var ki kimse Yemlihan’ın masaya yumruğu indirişinin gerçek nedenini anlamamıştı.

 

Ağır ağır bahçe kapısına doğru yürümeye koyuldular.

 

 

canada goose homme parajumpers solde doudoune moncler timberland femme ugg suisse doudoune moncler femme timberland homme ugg australia parajumpers femme moncler soldes canada goose solde moncler femme canada goose pas cher moncler doudoune femme canada goose femme timberland suisse moncler homme parajumpers homme ugg pas cher in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
ugg ale canada goose suomi moncler sale canada goose takki barbour takki moncler takki timberland suomi canada goose sale parajumpers takit canada goose trillium barbour tikkitakki canada goose ale barbour jacket parajumpers long bear moncler untuvatakki parajumpers takki
adidas superstar femme adidas stan smith adidas superstar adidas stan smith femme
belstaff motorcycle jackets woolrich canada moncler vancouver barbour jacket duvetica canada uggs canada peuterey jacket woolrich parka timberlands canada parajumpers gobi timberland boots women duvetica outlet parajumpers outlet moncler canada
canada goose italiaa ugg saldi woolrich uomo woolrich parka woolrich outlet moncler uomo scarpe timberland ugg stivali stivali ugg moncler milano timberland shoes canada goose outlet timberland scarpe moncler outlet canada goose zug in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
moncler dames ugg ale uggs handschoenen moncler jas dames woolrich jas canada goose jas moncler heren parajumper jas dames barbour jackets barbour dublin timberland nederland timberland heren timberland boots moncler jas barbour wax moncler takki parajumper jas parajumpers sale in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
canada goose pas cher doudoune moncler moncler outlet veste moncler timberland shoes timberland femme moncler veste moncler veste homme canada goose outlet veste barbour timberland chaussure timberland homme parajumpers pas cher canada goose montreal doudoune canada goose femme ugg soldes
parajumpers tilbud moncler jakke moncler jakke herre nike sneakers nike sko nike sb stefan janoski max nike sb janoskicanada goose baby ugg boots canada goose danmark timberland boots parajumpers long bear canada goose trillium parka canada goose jakke parajumpers udsalg parajumpers jakke udsalg ugg hjemmesko timberland sko
Viagra with Dapoxetine kaufen Kamagra Fizzy Tabs viagra apotheke Viagra pour Femme Viagra Dapoxetine Viagra pour femme acheter du cialis Generika Testpakete Acquisto Cialis Super Active Cialis Daily Viagra kopen erectiepillen kopen Acheter Levitra cialis 20mg Comprare Propecia Acquisto Brand Viagra kamagra kaufen viagra voor vrouwen Kamagra France
cialis en om dagen cialis online danmark kamagra bivirkninger viagra virkning viagra priser apotek levitra virkning cialis bijwerkingen kamagra bijsluiter levitra bijwerkingen viagra werking viagra kopen apotheek kamagra bestellen kamagra kopen levitra prijs levitra kopen cialis 20 mg cialis 20 viagra kopen viagra pil
viagra generika viagra kaufen cialis generika cialis online levitra kaufen levitra generika kamagra jelly kamagra shop levitra dosierung viagra online kaufen kamagra 100 kamagra 100mg levitra 20 mg levitra preis cialis 20 mg cialis kaufen viagra generika viagra kaufen