mustafabalel |
NÖBETÇİ AYAKKABICI DÜKKÂNI Öyküler Mustafa BALEL MORPA İstanbul, 2005 |
SAFİYE SULTAN’IN SIRMA SAÇLARI Safiye Sultan lüks bir arabadan indi. Kapıyı açarak inmesine yardımcı olan şoföre teşekkür etmeden, hatta adamcağızın yüzüne bile bakmadan, şöyle bir mağrurca etrafına bakıp ağır adımlarla yürümeye koyuldu. Şoför küçük kızın arkasından baktı bir süre. Onun böyle ağır adımlarla, acele etmeden yürüdüğünü görünce başını iki yana sallayarak hafifçe gülümsedi. “Hoş geldin Alara II!...” diye geçirdi içinden. Şu çocuk milleti ne kadar da birbirine benziyordu… Havası, tavırları tıpatıp kızının on on iki yıl önceki haliydi. Hani ne demişler, hık demiş, birbirlerinin burnundan düşmüşlerdi. Bir süre daha baktı. Kızının büyüyüp de evlenmiş olmasının mutluluğunu bir kez daha yaşadı. Sonra eğildi. Arabanın kapısını örtmek üzereydi ki gözüne bir yelpaze ilişti. Evet, küçük kızın yol boyunca elinden düşürmediği yelpaze arabanın haki halı kaplı döşemesi üzerinde yarı açılmış bir halde yatıyordu. Ağrıyan belini bastırarak güçlükle eğilip yelpazeyi aldı. Sonra burnunu bulutlara dikmiş aheste aheste yürümekte olan kızın arkasından seslendi: “Küçük hanım! Yelpazeni unutmuşsun!...” Safiye Sultan şoförün arkasından seslendiğini duydu. Ama hiç üstüne almadı. Yoldan geçen biri kızın birine sesleniyor olmalıydı. Adam birkaç adım atıp bir kez daha yineledi: “Küçük hanım! Yelpazeni unutmuşsun!...” Safiye Sultan yelpazesini unutan kızı merak etti. Kim bilir ne sersem bir şeydi. Akıllı, insan yelpazesini unutur mu!... O şaşkını şöyle bir yan gözle süzmek istedi. Ama başını çevirip bakmayı da onuruna yediremedi. Sultan dediğin oturaklı olurdu. Olura olmaza bakmazdı. Öyle yaparsa sıradan kızlardan ne farkı kalırdı ki!... Bu arada içine de bir kurt düşmüştü tabi… Bu “akıllı” sakın kendisi olmasındı?... Ne kadar serinkanlı davranmaya çalışsa da ellerine bakmaktan alıkoyamadı kendini. Başını hafifçe eğip gözlerini aşağı kaydırdı. Önce bir demet yapma çiçek buketini sıkı sıkıya göğsüne bastıran eline baktı. Ardından yere sürünmesin diye sırtındaki sırma işlemeli kaftanın eteğini yukarı kaldıran eline… Başından aşağı kaynar sular boşaldı. İkisinde de yoktu yelpaze. Arabada bir ara elinden kayıp düşmüş olmalıydı. Arkasını dönüp şoföre seslenmeye niyetlendiyse de vazgeçti. Aceleye gerek yoktu. Nasıl olsa bir kez daha seslenirdi adam. Göreviydi bu onun. Yasemin’in babası boşuna mı veriyordu o kadar parayı? O güzelim üniformayı, ayna gibi ışıl ışıl parlayan siyah pabuçları, pilotlarınkinden farksız şapkayı, yanlarına yaldızlı sutaşı geçirilmiş pantolonu boşuna mı almıştı ona?… İlk kez arabasına biniyordu, o kadar da olsundu… Yasemin’in annesi okul aile birliği başkanı olarak onu bu halde sokağa salamazdı tabi. Kaftanını diktirdiği, saçını yaptırdığı gibi eve dönüşünü de düşünmüştü. Şoförüne söyleyip eve bırakmasını istemişti. Hem canım adamın çekip gitmesinin bir sakıncası yoktu. Yarın Yasemin’i okula bırakırken yelpazeyi de bırakırdı nasıl olsa. Yine de önemliydi. Annesi kızardı. Komşudan aldığı yelpazeyi hemen götürüp vermeden rahat edemezdi. “Aklın nerede? Bir yelpazeye sahip olamıyorsun!” derdi. Eh, haksız da sayılmazdı kadıncağız. Başına bir iş gelirse yenisini alacak olan oydu. Kaldı ki bugünlerde heyheyleri üstündeydi yine. İşten çıkarılma korkusu bütün arkadaşlarını olduğu gibi onu da tedirgin ediyordu. Yeni bir iş bulmak, oraya uyum sağlamak kolay değildi tabi… Bu yüzden de sinir küpüydü adeta!... En ufak bir şeye parlayıveriyordu. Sudan bahaneler bile küplere binmesine yetiyor da artıyordu. Güzel güzel otururken bir de bakmışsın sinirleri tepesine fırlayıveriyordu… Safiye Sultan, böyle ağırdan alayım derken şoförün çekip gitmesinden korktu. Annesinden azar işitmeye niyeti yoktu. Bakarsın azarla da yetinmeyip çimdiği basıverirdi koluna. Belli mi olur?… Tam dönüp yelpazeyi şoförün elinden almaya hazırlanıyordu ki aynı ses bir kez daha duyuldu. “Küçük Hanım, yelpazeni unutmuşsun!…” Ama bu defa ötekilerden biraz farklıydı. Sesinin tonundan öfkelenmeye başladığı fark ediliyordu. Adamı daha fazla kızdırmanın gereği yoktu. Eve yelpazesiz dönecek olursa, annesinin ne yapacağı belli olmazdı. Arkasını dönüp gerçek bir sultan edasıyla şoföre seslendi: “Sultan’ın yelpazesi derhal getirile ve de zat-ı şahanelerine sunula!...” diye kükredi. Şoför, kızın sesinin buyurganlığında mı, oynamakta olduğu bir oyunu sürdürmek istediğinden mi yaptı bilinmez, dediğini yaptı. Yelpazeyi götürüp kızın eline teslim ettikten sonra saygıyla geri geri çekildi. Birkaç adım sonra arkasını dönüp törensel bir havayla arabaya doğru yürüdü. * Safiye Sultan kendisini bu haliyle birileri görür umuduyla bir süre apartman girişinde oyalandı. Posta kutularının dışına taşan mektupları, delikten sığmamış büyük zarfları, dergileri yere düşürüp sonra hepsini teker teker yerlerine yerleştirmeyi denedi. Komşuların onu bu kılığıyla görmesini o kadar istiyordu ki!... Sırma işlemeli kaftanı, lüle lüle saçlarıyla gördüklerinde nasıl bir tepki vereceklerini merak ediyordu. Ne var ki arabadan indiğinden beri ortada tek bir canlı kul görünmemişti henüz. Apartmanda yaşam durmuştu adeta. Ağız birliği etmişçesine herkes kayıplara karışmıştı. Apartmandakilerin onun gösterisini izlemiş olmalarını çok isterdi. Ne var ki olmamıştı. Apartman sakinlerinden geçtik, öz annesine bile kısmet olmamıştı onu sahnede görmek. İşi olduğundan gösteriye gelememişti kadıncağız!... İşyerinde yönetimin değişmesi, bir anda sökün eden müfettişler… Her an işten atılma korkusu… Zavallının dünyayı görecek gözü yoktu…... |