Kaç gündür kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. İlk kez bugün
annemin yüzünün güldüğünü gördü de canlandılar biraz. Konuşup
gülüşmeler, girip çıkmalar yeniden başladı evin içinde. Sisi,
hani canım annemin şu elinden düşürmediği fildişi heykelcik
çalınmış, ertesi gün bulunmuştu; o günden beri ortalıkta bir
mezar sessizliği hüküm sürmekteydi. Pasaklı Kadriye dediğim
Katina’dan, Baykuş Gözlü Arşak’a, o hırsız besleme kıza kadar,
evde herkes annemin sinirleri yeniden ayağa kalkacak korkusuyla
parmaklarının ucuna basarak dolaşıyordu.
Pis besleme n’olacak, hem çalıyor, hem korkuyor. Odasında
yastığın altında bulununca da hüngür hüngür ağlıyor. Yeminler
ediyor. O çalmamış da, yok bilmem neymiş de... Manyak şey, ne
ağlayıp sızlarsın, ne yeminler edersin, çaldın işte! Çalmadınsa
neden senin yastığının altından çıkıyor?... Ama iyi etti annem,
aferin kadına, bir güzel haşladı serseriyi. Hem yalnızca ona
değil, ötekilere de gözdağı olur. Çalacakları varsa çalmazlar
artık. En ufak bir şey çaldılar mı, karakollara, mahkemelere
sürüneceklerini bilirler. Ay be, annemin de yaptığına bak!
“Bana bak Cudi, ileri gidiyorsun! Sana son kez söylüyorum,
ayağını denk al!...”
Sisi’yi o ortalık Fatma’sı, sersem kızın çalmadığını bal gibi
biliyormuş. O fildişi heykelciği ben almışım ve götürüp o kızın
yastığının altına... Ama kalkıp da elalemin beslemesinin yanında
kendi oğlunu suçlu çıkaracak değilmiş tabi! Açığa vurmamış. Kızı
sıkılamış, Sisi’yi onun çaldığına inanmış gibi görünmeye
çalışmış. Aa! Hele şu anneme bak be! Çalarım tabi, neden
çalmayayım ki! Onun yastığının altına koymayıp kendi odama
saklayacak halim yoktu herhalde. O zaman hırsız ben olurdum. Ne
yapalım, besleme olmasaydı o da! Hem nereden biliyorsun
çalmayacağını, fırsatını bulsa bal gibi çalardı işte! Pis
besleme n’olacak! Annemin eskilerini giyiyor. Siz onun yeni
eteğini göreceksiniz, nah böyle dizlerinin altına sarkıyor.
Annem, verdiği son eteğe, bir farbala eklemesini, dizlerinin
altına kadar uzatmasını söylemiş. O da yapmış. Tabi yapacak,
annem diyecek de o yapmayacak, öyle mi? Hele bir yapmasın!
Annemin de hınzırlığı! Kendi dizlerinin üstünde giyiniyor, kızın
eteklerinin dizin bir karış altında olmasını istiyor. Tabi,
kurnaz kadın annem. Kızın bacakları güzel, kendininkiler gibi
upuzun bir kemik parçası değil, onun için böyle yapıyor. İyi
yapıyor, az bile o kıza! O beni Fettah ile sarmaşıkların
arasında görür mü? Ben de annemin yeni verdiği ayakkabılarla
onun için koşturuyorum işte şapşal şeyi. Ayaklarını sıkan sivri
topuklu ayakkabıların üzerinde koşuşunu göreceksiniz, öyle komik
bir hali var ki! Ayakları nah böyle, devetabanı gibi… Tabi,
annemin ayakları küçük. Yeni bir ayakkabı verdiği zaman kızın o
ayakkabıyı ayağına alıştırması, iki üç hafta sürüyor en azından.
Sulara koyup günlerce yumuşatmalar, içerisine gazete kağıtları
tepip birkaç gün de öyle bekletmeler... Yine de olmuyor ayağına.
Günlerce ayaklarının ağrısından kıvranıp duruyor, dudaklarını
kemiriyor. Annem Sisi’yi onun çaldığına inanmış göründü ama,
beni odasına çağırıp bir güzel payladı. Hırsızlık yapmaya
utanmıyor muymuşum? Beş paralık hizmetlilerin yanında onu küçük
düşürüyormuşum. N’apalım, yaptım işte! Hem benimki hırsızlık
değil bir kere. Çaldıklarımı kullanmıyorum ki! Götürüp
satmıyorum da hırsızlar gibi. Paraya ihtiyacım mı var? Her şeyim
var benim. Oyuncaklarım, param, elbiselerim... Çaldığım
kalemleri, defterleri, götürüp tuvalete atıyorum. Ha dün Sırma
ile bakkala da onun için gittim. Canım sıkıldığı için ya da hava
almak istediğimden çıkmadım dışarı, bakkaldan bir şeyler
aşırmaya gittim. N’apayım, çalmayınca uykum kaçıyor,
uyuyamıyorum geceleri. Hani o orta sırada oturan gözlüklü kambur
kızın gözlüğünü de ben kırmıştım ama söylemedim. Kız dışarı
çıkarken gözlüğünü sıranın üstünde unutmuştu; aldım kırdım.
Göreceksiniz, o gün ne güzel uyudum, mışıl mışıl... Annem de
yapıyor. Yapmıyor mu sanki! Ay be, ne kızıyorum şu anneme!
Kendisi yapınca iyi, ben yapınca suç oluyor. Bilmiyorum değil
mi?... Hani geçen yıl, Büyükada’da Şermin Hanım’ın bileziğini
onun aldığını gördüm işte! Denize attığını bile gördüm! Ne
kurnaz, hava alacakmış güya…
|