Le Transanatolien, La Pensee Universelle (Paris), 1988,
121 sayfa.
İKİ DİLLİ YAZARLIĞA DOĞRU : MUSTAFA BALEL
Çoğu kez, bir yazar için, anadilden uzaklaşmak,
kullanma alışkanlığını edindiği temel gereçten yoksun
kalacağından, karabasanların en büyüğü sayılır. Özel koşullarda
yaşadıklarından birden çok dilde yazan sanatçılara rastlansa da,
genellikle en yalın bildirişim türleri için bile, yabancı bir
dil öğrenmek ve hele bu dili yapıtlarında kullanmak ilginç
gelmez yazarlara. Bir yabancı dili çok iyi bilen yazarlarsa,
doğrudan o dilde yazmak yerine yapıtlarının çevirilerini
denetlemekte ya da anadillerinde ürettikleri yapıtlarını
yabancılara çevirtmekle yetinirler. Ne var ki, Mustafa Balel,
Le Transanatolien adlı öykü kitabıyla bu genel nitelikli
örneklerin dışına çıkmaya yöneliyor: Türkiye’nin çeşitli
yörelerinden yaşam dilimlerinin yer aldığı bu yapıtını doğrudan
Fransızca yazarak yayımlatıyor.
Bir yandan yaşamını büyük bir bölümünü adadığı
yazınsal etkinliklerini sürdüren Mustafa Balel, (Kurtboğan,
Kiraz Küpeler, Gurbet Kaçtı Gözüme, Peygamber Çiçeği, Asmalı
Pencere, vb.) öte yandan Fransızca öğretmenliği yapıyor, çeviri
etkinliğiyle yakından ilgileniyor. Eğitsel oluşum sonucu
kazanılmış bu ikinci dil (Fransızca), yazarın sanatçı
kişiliğiyle birleşince, yazınsal anlatım aracı işlevi de
üstleniyor. Yayınevinin beş öyküsünün yer aldığı ilk Fransızca
kitabıyla girmeyi denediği yeni okuyucu kitlesine Balel’i
tanıtırken “destan toprağı Anadolu’dan yeni bir ses” ifadesinin
kullanılmasının bir nedeni de bu ilginç yazarlık deneyimi olsa
gerek.
- “Ayıp Yerleri Yanlış Konmuş Resimler”de,
henüz cinsel ilişki deneyimi yaşayıp anlatamadığı için
arkadaşları arkadaşları arasında eziklik duyan bir yeniyetmenin
bu durumdan kurtulmak amacıyla mahalledeki yaşlı bir kadınla
yatmış gibi uydurucu düşsel öyküden kaynaklanan iç burukluğunu;
- “Büyükbabanın Son Günleri”nde, geliniyle
oğlunun önemsemeyip hor gördüğü bir dedeyle ona bağlı küçük
torunun ilişkisini;
- “Gözyaşı Satan Kadın”da, ağabeyinin
cesedini yıkayanları ve başkalarının cenazesinde geçimini
sağlamak için dövüne dövüne ağlarken, kendi oğlunun ölüsü
başında acıdan taşlaşmış biçimde duran annesini izleyen küçük
kızı;
- “Ayna”da, bir tren yolculuğu sırasında
hırsızlıkla suçlanan bir çocukla oalyın tanığı kompartman
yolcularının düşüncelerini;
- “Çocuk Anne”de, annesi çalışan küçük bir
kızın gün boyu, yarı oyun sanarak yarı görev bilinciyle annelik
yapmak zorunda kaldığı minik kız kardeşiyle yaşadığı sorumluluk
/ çocukluk çatışmasını anlatırken Fransız okurlarına yerel
havayı da vermeye çalışması Balel’in işini daha da
güçleştiriyor. Ancak, yer yer kullanmak zorunda kaldığı,
“Fransızca da karşılığı bulunmayan ‘dolmuş’, ‘simitçi’, vb.
türünden sözcükleri, ya metin içine yediren açıklamalarla ya da
dipnotlarla tanımlayarak bu güçlüğü yenmeye çalışıyor.
Kısacası Mustafa Balel, günümüz Türkiye’sinden
çeşitli kesimlerin sorunlarını, sıkıntılarını, özlemlerini
yansıttığı öyküleriyle Fransız okurlarına Anadolu’yu kateden bir
yolculuk öneriyor: Çoğu kez acı dolu, zaman zaman sevinç ve umut
parıltılarının yaşandığı bir yolculuk….
Doç. Dr. Osman SENEMOĞLU
SivasHaber
Aylık Siyasi Kültürel Dergi
1 Ağustos 1991
|